''ZENNE'' filmine ithafen;

Eğer bu bir masal olsaydı şöyle başardı:

Sokakları belki de hiç birbirine çıkmayacak iki aşık varmış. O'nun hikayesinin aksine bu kez karşı cinslerden. Büyük yaralar ve büyük yalanların üzerlerinden atlamış, yine de birbirlerinin omzunda sabahlamış iki insan.
Biri ben, diğeri de sen.
Mutluluktan yazamıyordum uzun zamandır. Beni her mutsuzlugun üzerine attıgında dahi sonunda sen oldugunu görebildiğimden olsa gerek, kalemime bıcaklar saplanmıstı. Parmaklarımın uçlarının ''sen''in teninde söneceğini bildiğimdendi sadece. Bu kez umutsuzum. Yaşıyor numarası yaparken ben, sen bir film afişinin önünde durmuş renkleri izliyorsun. Bizden çaldıgın renkleri. Beni dahi sahiplenemezken, bir filmin başrolü oluveriyorsun.
Altımda ne çok çiğ birikti. Ne çok karlar yağdı, ne çok beyazlık birikti şu koca şehirde. Sırtım sana dönük yatarken her gece, seninle başka beyaz şehirlerde yaşayacağım renkleri düşündüm. En çok da kırmızıyı. Kıpkırmızı bir evde, dudaklarımı kırmızıya boyayıp kahkahalar saçacaktım geleceğimize.
Sen önüme kocaman bir siyah fırlatırken bunlardan habersiz oldugunun farkındaydım sevgilim. Henüz güvenin tadına bakamamış, ürkek küçük bir adamdın sen. Belki de kendini ertelediğindendi beni de erteleyişlerin. Elindeki yuvarlak, minik kelepçemizden baska ait hissedeceğin birşey yoktu ikimize karşı. Küçük, sevilmeyi bekleyen bir adamın, karşımızda bu denli dağ misali duruşu bundandı belki.
Birkaç gün öncesini hatırlıyorum. Hatırlamaktan vazgeçtiğim anlarda rüyalarımın bedenime tutunuşundan ekseriyet. Bir otobanın kenarında sağa sola savrularak indiğim siyah arabayı. Siyah düşlerinden fırlayan kırmızı bir kadını. Kalbini paramparça edip saçlarına toka yaptıgın kadını. Nasıl oluyor da sana söyleyeceklerimi anlatamıyorum. Elindeki paslı çivilerin hepsini paramparça ettiğin kalbime mıhlıyorum, anlatabilmek için. Big bang elindeki bekareti hala sana olan duygularımın. Bu ses sadece bir manevra mermisi kulaklarımızın zarını bozan. Ayagımdaki kocaman topuklara inat nefes nefese beni eve götürecek bir otobüse atlıyorum. Aynı otobandan geçiyoruz ve birbirimizin yüzüne dahi bakmıyoruz. Nasıl böyle düşman olduk?
Düşleri simsiyah bir adam var, hangi yanından tutsam başka bir coğrafya. Bense hiç kendine ait hissetmediği kışları kurak ve yağışlı bir mevsim. Senin yağmur ormanlarında kaybettiğin cocuklugun, benim kuraklıgıma yatkındır sanarken yabancılaşmayı ezber bellemiş beynini yatagın altına sakladıgın tabancanla patlatmak nasıl bir suç olabilirdi? Sen değil miydin doğrularına inanan dünyanın? Doğrunun ne oldugunu anlatabildin mi kendine?
Bu gece sen de uyuma sakın. Düşlerimden vazgeçtim artık, elimden gelse satılıga cıkaracağım senin para avını seven sitelerinde. Karsılıgında senin otobanında, yanından geçerken beni tanıyabileceğin kırmızı bir araba alacağım. Oysa ne güzel gözlerin vardı senin. Ne zaman onları hırslarınla değiştin anımsamıyorum. Ya ben? Ne kadar kan kaybetti masumiyetim, inanclarımı yıkan senin elinde. Oysa gülümserken hatırlıyorum seni, bir koltugun üzerinde hayal gibi.. ''Bu'' diyorum, ''asla, o olamaz''
Gündüz yazılmazmış hiç bir intihar mektubu. Elimde asidi kaçmış kolayla karıstırdıgım, tahmin edeceğin birinin buzdolabından aşırdıgım jack daniels varken, ve saat gece 3.35 ken hiç yazılmaz. Ama bu kadar çabuk sevinme, çıkış kapılarım tutulmuşken bunu yapmayacağım. Hala yeterince değerliyim.
Dilsiz bir adamsın sen, benim tasvirlediğim. Sessiz, dilsiz, sonsuz bir adam. Hala kırıklarımı aşkla yamamaya calısırken ben, sen sokaklarda yürüyorsun özgürce. Olmayan dilinde anlattıkca büyüttüğün kıcı kırık sorunlar. Birine sahip olmayı bile beceremiyorken, beyninin uydurdugu mutsuzluk hikayelerine inandırıyorsun kendini.
Nasıl gidiyor yaşamak? Ben sonunu getiremiyorum. Sen beni hiç bilmeyeceksin bilmeyi istemedikçe. Önündeki yargılarını cebinden cıkanlarla eşleştirdikçe hep kaybolacağız. Sonunda yine yitik, pis bir barda, pis bir kadın olacak önünde. Bizden çaldıklarına inat, ona varolacaksın. Benden çaldıklarından kaleler vadedeceksin ona.
Sonra ölüm gibi bir şey gelecek kapıyı çalmadan. Belki de hiç bir şey anlamadıgın ve yine kendini haklı cıkardıgın bu yazıyla savunacaksın kendini. Benim ahım sadece benden sonra defalarca kırmızıya bulanmıs boynuna olacak. Kesilecek şah damarı dünyanın.
Oysa, bu masalın sonunda mutlu olmalıydık biz. Üç elmanın da ağzına sıcayım, ağaçtı zaten bizim olacak. Aklımda kalan sadee, bulanık bir İstanbul tablosu.. birlikte cıkamadıgımız bir Galata kulesi.
İnan aramak gelmiyor içimden seni. Kafanın etrafına sabitlenmiş fikirlerin, belki de senin asıl sebeplerin. Bilmiyorum, yazamıyorum da, kıvranıyorum. Baktıgın yağlı boya tuvali gibi film afişleri olamadıgım için üzgünüm.
Ne kendimi ne de aşkı anlatmaya gücüm yetmedi sanırım. Elini uzatıp, sorgulamayı bir an olsun bıraksaydın, denizi koyardım avuclarına... Ceplerinde elmastan sevgi sözleri, çıkarıp avuclarıma koyamıyorsun..

0 yorum:

Yorum Gönder